Allah'ı Aramak, Bulmak ve Kemalat
Arasat Ehlinin Çağrılış Şekli
Büyük Korku
Mahşer Halkının Bir Araya Toplanması
Melekler, insan, cin, kuş ve diğer hayvanlar.. Hülâsa bütün mahşer halkını bir araya sevk edip topladıkları zaman, etraflarını, serapâ bembeyaz gümüşten olan ikinci bir yerdeki melekler kuşatacaklar.
Âlemlerin ardında bir halka halinde olacaklar.. Sayıları yeryüzü ahalisinin on misli fazla olacak.. Sonra Allah ikinci semadaki meleklere emredip, yirmi misli fazla olarak onlar da halka olacaklar..
Üçüncü semadaki melekler, otuz misli fazla olarak gelip halka olacaklar..
Dördüncü semanın melekleri de kırk misli fazla olarak gelip halka olacaklar, beşinci semanın melekleri de, elli misli fazla olarak gelip halka olacaklar. Sonra altıncı sema melekleri, altmış misli fazla olarak gelip halka olacaklar, yedinci semanın melekleri, yetmiş misli fazla bir halde gelip halka olacaklar..
O kadar kalabalık bir manzara arz edecek ki mahşer, herkes birbirine girecek, her taraf lebalep dolacak, hınca hınç olacak..
İnsanların kimi, kulaklara kadar, kimi, göğüse kadar, kimi boğaza kadar kan-ter içinde kalacaklar..
Kimisi de dizlerine kadar tere boğulacak, kimisi de hamamdaymış gibi terleyecek..
Kimisi de susuz kalacak.. Görüş ve söz sahipleri, kürsü sahipleri olandır. Dizlere kadar tere gark olanlar, boğulanlardır.. (İyi insanlara melekler) : «Korkmayın, üzülmeyin!» diyecekler..
Fudayl bin İyaz gibi bazı âlimler, Meleklerin bu şefkatli seslenişine mazhar olacakların, çok ibadet eden kimselerin olduğunu açıklamışlardır.
Çünkü Cenab-ı Peygamber:
«— Günahına sıdk ile tevbe eden, günah işlememiş gibi afvu mağfur olur!» buyurmuştur..
Bu üç sınıf -eh-li rey, ve üzerlerine su serpilenler, bir de boğularak ölenler- kıyamette yüzleri beyaz olacak olanlardır.. Derece itibariyle bunların dûnünde olanların yüzleri ise siyah olacaktır.
Orada terleme ve sıkıntı nasıl olmasın ki, güneş bir mızrak boyu inmiş el atsan tutabilecek kadar, insanların üstüne çöreklenmiş!..
Selef âlimlerinden biri şöyle der:
«— Güneş, kıyamet günündeki şekliyle dünyaya doğacak olursa, bütün yerleri yakar, kavurur, dağları eritir, denizleri kurutur. »
İnsanlar oralarda dolaşırlarken orası, burası gibi olmayacak, yerler ve gökler, Kur'an'da anlatıldığı gibi değişik olacak..
Evet, insanlar mahşerde, dünyadakinden değişik bir manzara arz edecekler, burada gurur ve kibirlerinden yanlarına varılmayan mütekebbirler, orada zerre kadar ufalacaklar, küçülecekler, herkes çiğneyip geçecek onları..
Herkes susuzluktan kıvranırken kimi insanlar da olacak ki, berrak tertemiz buz gibi su içecekler. (Nasıl mı?) onlara sabi iken ölen çocukları cennetten su taşıyıp sunacaklar.
Selef âlimlerinden biri şöyle der:
Rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm: herkes perişan bir vaziyette ana baba gününü yaşıyordu. Ben de fena halde susamış bekliyordum. Bir de baktım ki küçük çocuklar gelip insanları suluyorlar, Onlara seslendim:
«— Ne olur bana da bir yudum su veriniz» diye. İçlerinden biri:
— İçimizde, kendi öz evlâdınız var mı? dedi.
— Hayır!
— Öyleyse sana su yok, dediler..
Bu hadise de evliliğin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu en güzel bir şekilde anlatmıyor mu, bizlere. Ancak su veren çocuklar hakkında bazı şartlar vardır ki biz onları (ihya) kitabımızda bir bir anlattık..
Bir gürûh insanlar da var ki bir göğe gelip, güneşin sıcağından onları kurtaracak. O insanlar da riyasız sadaka verenlerdir..
Mahşer halkı bu halde tam bin sene bekletilecekler.. Sonra korkunç bir ses duyulacak! Bu da Kur'an'ın sırlarındandır.
Herkes o sese kulak kesilecek.. Korkacaklar. Bu sesi kıyamet azabını haber veren bir sesdir zannıyla ürkecekler... Bir de bakacaklar ki, Sekiz melek arşı omuzlamış geliyor.. Her meleğin attığı bir adım, tam yirmi bin senelik yolu alıyor.
Bölük bölük melekler geliyor, tesbih sesleri bütün afakı çınlatıyor, öylesine sesler ki akıllara durgunluk verir.
Nihayet, sırf bunun için yaratılan bir beyaz yere arşı yerleştirecekler. Başlar eğilecek... Peygamberler bile tir tir titriyecek.. Ülema korkudan ne yapacağını bilmez hale gelecek...
Derken, güneşin ziyasını perdeleyecek ve hükümsüz kılacak büyük ve muazzam bir nur ortalığı aydınlatacak..
Allah, onlara hiç bir soru sormadan, onlar korkularından doğru Âdem Aleyhisselâma koşacaklar. Ve:
— Ey beşerin atası, görüyorsun, halimiz pek yaman, durumumuz oldukça perişan.. Ne olur Rabbimize söyle de biran evvel hesabımızı görsün, cennete gidecekler, cennete, ateşe atılacaklar da ateşe sevk edilsin... Yeter ki buranın şu korkunç durumundan kurtulalım.
Sen ki Allah seni kendi eli ile (kudretiyle) yaratmış, melekleri sana secde ettirmiş, kendi ruhundan sana can vermiştir..
Ne olur bize merhamet etde şefaat et ve Rabbimiz biran evvel hesabımızı görsün her birerlerimizi bir bir yargılasın da nereye gönderecekse göndersin!..
«— Bilyorsunuz ki ben yasak ağaçtan yedim ve bu yüzden Allah'a âsi oldum. Ona gitmek ve aracı olmaktan utanırım, ne olur mazur görün beni..
Şimdi siz, beşer neslinin ikinci atası olan Nuh'a (Aleyhisselâm) gidin, belki o size şefaat eder, diye tavsiyede bulunur. Bunun üzerine düşünmek ve bir karara varmak için tam bin sene beklerler. Sonra kalkıp Nuh (Aleyhisselâm) a giderler.
— Ey Nuh (Aleyhisselâm) sen, beşerin ikinci atası sayılırsın. Ne olur Rabbine söyle de biran evvel hesabımızı görsün, derler. Nuh (Aleyhisselâm) :
Biliyorsunuz ki ben Allah'a dua ettim ve bütün millet boğuldu, şimdi ikinci bir dilekte bulunmak için ona baş vurmaktan hayâ ederim. Durmayın doğru Allah'ın dostu olan İbrahim'e gidin. O önceden size müslüman ismini vermişti. Belki size o şefaat eder, deyip başından savar.
Durumu görüşmek üzere tam bin yıl beklerler ve nihayet İbrahim Aleyhisselâma gitmeğe karar verirler.
— Ey İbrahim, ey müslümanların babası, Allah seni kendine dost edinmiştir! Ne olur ona yalvar da bizlerin biran evvel işini görsün durumumuz belli olsun, diye yalvarırlar. İbrahim şu mukabelede bulunur:
— Ben İslâm uğrunda, sırf dini müdafaa etmek için üç kere yalan söyledim. Bu makamda Allah'dan böyle bir dilekte bulunamam, hayâ ederim. Hemen vakit gaip etmeden doğru Allah'ın kelimi olan Musa'ya gidin belki O, bir çare bulur, deyip onları Musa Aleyhisselâm'a yollar.. Yine durumu aralarında görüşmek üzere tam bin yıl beklerler ve nihayet Musa Aleyhisselâm'a gitmeye karar verirler.
— Ey Allah'ın kelimi Musa (Aleyhisselâm) ! Bize şefaat et de biran evvel durumumuz belli olsun diye yalvarırlar, Musa da onlara, ben Allah'tan şimdiye kadar çok dileklerde bulundum. Afv ve mağfiret sahibi hiç şüphe yok ki odur. Daha fazla ricada bulunmam doğru bir hareket olmaz. Onun için siz doğru Allah'ın rûhu olan İsa'ya gidiniz, der.
Aralarında konuyu müzakere etmek üzere yine tam bin yıl beklerler, nihayet İsa Aleyhisselâm'a gidip durumu anlatırlar,
Ona :
— Sen Allah'ın rûhu ve kelimesisin! Allah sana dünya ve ahirette şerefli kulum demiştir. Ne olur Rabbine yalvar da durumumuz biran evvel belli olsun.. diye yalvarırlar: İsa (Aleyhisselâm) şu mukabelede bulunur:
— Biliyorsunuz ki, kavmim beni ve annemi mabut ittihaz ettiler. Kendisine ortak koşuluna ve kendisiyle birlikte ibadet edilen biri, nasıl kalkar da şefaatta bulunabilir. İçinizde bir yiğit bulunsa, onun da para dolu bir kesesi olsa ve o kesenin ağzı mühürlenmiş olsa o mührü almadan kesenin içine nüfuz edip parayı elde edebilir mi? diye sorunca «Hayır!» diyecekler. Öyleyse Peygamberlerin seyyidi ve Resûllerin hatemi olan arap kardeşim Muhammede (s.a.v) gidin.
Şefaat hazinesi ondadır. Ümmetine şefaatini saklamıştır: Kavmi ona işkence yaptı, alnını yardılar, dişini kırdılar da o yine kavmine hidayet talep etti (beddua etmedi) gidin şefaati ondan isteyin mutlaka işinizi görecektir.
Peygamber Aleyhisselâmın fazilet ve kemalatı hakkında o kadar bilgi edinecekler ki, kulakları ve yürekleri biran evvel ona gitmek arzu ve şevkiyle dolacak.. Nihayet onun minberinin yanına gelip boyun eğecekler ve:
— Sen Allah'ın sevgilisisin! Sevgilinin sevgiliye sözü geçer. Ne olur bize şefaat eyle de biran evvel durumumuz belli olsun.. Önce Âdeme gittik o bizi Nuh'a havale etti, Nuh'a gittik, İbrahime gittik, Musaya, ona gitük, İsaya (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun!) o da, size havale etti.
Şimdi senden başka gidecek baş vuracak kimsemiz kalmadı. Ne olur bizleri boş çevirme!.. Diyecekler.. Peygamber (s.a.v) şu karşılığı verecek:
«— Evet o pâye bana mahsustur.. Allah o pâyeyi kullarından istediğine ve hoşlanıp razı olduğuna verir..»
Bunu söyler söylemez doğru Celâl çardaklarına koşar, huzura kabul edilmesi için izin ister, kendisine gereken izin verilir. Arşa girer, secdeye kapanır. Secdesinde tam bin yıl bekler. O ana kadar hiç kimsenin yapamadığı söyliyemediği hamd sözleri ile Allah'a hamd ve senada bulunur. Bazı ariflere göre, O hamd kelimelerini Allah mahlûkatl yaratma işinden fariğ olduktan sonra kendi nefsine kullanmıştır..
Peygamber şefaat dilerken, mahşer halkının durumu yürekler acısıdır!.. Hepsi dünyada cimrilikleri yüzünden veremedikleri şeylerin sıkıntısını çekmektedirler..
Devesinin zekâtını vermeyen. Bir dağ kadar büyük ve çirkin homurtular çıkaran bir deveyi omuzlarına almış bekleyecek..
Sığırın zekâtını vermeyenler ise, sığırlarını omuzlarına yükletilmiş, kan-ter içinde bekletilmekte..
Tarım mahsulünün zekâtlarını vermiyenlerin sırtına çuval çuval tahıl yükletilip bekletilmekte..
Paranın zekâtını vermeyenlere de o paralar birer ejderha olmuş boynuna dolanmış feci bir şekilde bekletilmekte..
Bu ağır yükler altında inim inim inliyen kişiler bağıracaklar :
— Nedir bu çektiklerimiz? Neden bu kadar ağır işkencelere tabi tutuluyoruz? diye.. Meleklerin cevabı kesindir
İşte bunlar, zekâtlarını kıyıp da veremediğiniz mallarınızdır! «Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.» (1) ayeti bu gerçeği ne güzel dile getirmektedir ! ..
Kimilerinin de fercleri (avret mahalleri) şişmiş, durmu, etrafı ve komşuları rahatsız edecek fena kokular saçarak irin akıtacaklar.
Bir kısım insanlar da ateşden yükselen ağaçlara asılacaklar, diğer bir güruh da dilleri göğüslerine kadar uzamış bir şekilde işkence görecekler.
Zaniler, lutîler bir de yalancılardır, bunlar...
Diğer bir kısım insanların da karınları dağlar kadar büyüyüp şişecek işte bunlarda riba yiyenlerdir..
İşte günah kendi çirkin cehresini, sahibinde gösterecektir...
Celil (Celle Celâluh) sesleniyor:
— Kaldır başını ey Muhammed! Dile benden dileğin kabul olunacak.. Şefaat et, sana şefaat makamını verdim!..
— Yarab! Şu uzun zamandanberi bekleşen kullarının hesabını gör herkes günahını itiraf ediyor..
«— Evet ya Muhammed!..»
Ondan sonra Allah Cennete emredecek, Cennet, beşyüz senelik mesafedenmiş gibi kokusu his edilen bir meltemle yaklaşıp gelecek.. Kavrulan, kalpler soğuyacak, sıcaktan bunalan ruhlar rahat bir nefes alacak.. Yalnız amelleri çirkin olanlar bundan mahrum kalacak. Arşın yanında durması emredilecek Cennete..
Sonra emredilip Cehennem getirilecek. Etrafa korku ve dehşet saçacak..
Kendisini getirenlere:
— Allah benimle kime azab edecek? Biliyor musunuz diye soracak.
— Hayır, Allah seninle ancak asilerden intikam alacak, sen zaten onlar için yaratıldın! Diye mukabele edecekler..
Sonra her bir yularda yetmiş bin halka bulunan bir gemle üzerinde yetmiş bin zebani olduğu halde, dört ayak üzere gelecek.
O zebanilerden bir tanesine, dağları parçalaması emredilse hemen parçalar..
Cehennem büyük sesler çıkararak Zebanilerin elinden kurtulup arasat meydanındaki halkın üzerine hücum edecek
Bağırmağa, çağırmağa sağa sola saldırmaya kalkar, herkes, sus-pus olmuş; dehşetli bir korku içlerini kemirmiş bir halde, ne yapacaklarını, nasıl hareket edeceklerini kestiremezler.. Herkes korkudan iki büklüm olmuş..
Peygamberler bile aynı korku içinde... İbrahim, Musa, İsa korkularından arşa yapışmış duruyorlar. Biri kurban yapmağa ram olduğu oğlunu, diğeri kardeşi Harunu öbürü annesi Meryemi unutmuş, her biri aman yarabbi kurtar beni, kendimden başkasını düşünemiyorum, diye yalvaracak..
(Acaba Hazreti Muhammed de aynı durumda mı olacak ?)
Hayır !
O, onlar gibi kendi nefsini istemeyecek..
«Ümmetim, ümetim!..». «Kurtar ümmetimi, kurtar ümmetimi! Allahım» diye haykıracak..
O anda durum çok daha başka: Kimsenin dizleri tutmuyor, herkes dizi üzere çökmüş oturuyor: « Ve sen (habîbini) her ümmeti diz çökmüş bir halde göreceksin. Her ümmet kitabı (nın başı) na çağrılacak.» (2) ayeti ne de güzel canlandırıyor o hazin manzarayı...
Öbür yandan Cehennem kudurmuş, nerede ise, öfkesinden çatlayıp ikiye bölünecek: «Öfkesinden hemen hemen çatlıyacak gibi olur» (3)
Böyle kuduran cehennemin yularından, Peygamberimiz tutar ve onu haydi dön geriye, hemde perişan bir vaziyette kahrolurmuşcasına döneceksin, ne duruyorsun, gitsene! der. Cehennem:
— Ya Muhammed bırak beni, yoluma mani olma diyecek ama arş çardaklarından gelen bir ses duyulacak:
«Onu dinle! Ona boyun eğ!» bunun üzerine cehennem oradan çekilecek..
Arasat ehlinin korkusu, endişesi biraz olsun hafifleşecek. Böylece: « Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik..» ayetinin sırrı zahir olacak..
İşte oracıkta mizan kurulmuş duruyor.. Sağ keffesi nurdan, sol keffesi zulmetten olan bir mizan...
Daha sonra Allah Cemalini gösterecek. Mahşer halkı ona tazim ederek hemen secdeye kapanacaklar. Kâfirler müstesna. Onların belleri demir kesmiştir.. Eğilemezler, bir türlü secdeye varamazlar...
« (Hatırlaki o gün) baldır (lar) ın açılacağı, kendilerinin secdeye davet edileceği bir gündür.. Fakat (buna) güç yetiremiyeceklerdir.» (4)
Buharî bu ayetin tefsirinde, Allah bekçisi (sallallahu aleyhi veselleme) isnad ederek şöyle demiştir:
«—Allah kıyamet günü kendisini gösterecek.. Erkek dişi herkes ona secde edecek..»
Hadisi yorumlamaktan korktum, bunu inkâr edenlerden de yüz çevirdim..
Mizanın ne şekilde olduğunu anlatmaktan da çekindim.. Onu, dünya ölçü ve tartılarına benzetenlerin fikirlerini de tezyif edip çürüttüm..
Çünkü hasenat (iyilikler, sevablar) seyyiat (kötülükler, günahlar) birer arazdırlar. Arazlar ancak melekûtî mizanlarla ölçülebilir. Bu sebeble bunu dünya dili ile anlatmadım.
Bütün arasat halkı secdede iken, Allah, herkesin, uzak ve yakında bulunan herkesin duyabileceği bir sesle seslenir: «Melik Benim! Deyyân benim!..»
İmam Buharînin rivayetine göre kayıd şöyledir:
«Zalimin zulmü bana dokunamaz, dokunmağa yeltendiği an helak ederim!.»
Sonra hayvanların davasına bakar: Boynuzsuz koyunun hakkını, boynuzludan alır.. Vahşi hayvanlar ve her türlü kuşların da hesabı görülür.
Onları muhakeme ettikten sonra:
«Haydi toprak olun!» diye emreder ve hepsi toprak olurlar..
Bunları görünce, kâfirler de toprak olmak temennisinde bulunurlar, ancak istekleri kabul edilmez..
Sonra yine Canib-ı İlâhi'den bir ses yükselir:
«— Nerde Levh-u Mahfuz?!.»
— Buradayım! der ve haşmetle meydana çıkar.
Kadir-i mutlâk ona:
— Tevrat, İncil, Kur'andan sana yazdıklarım ne oldu? Diye sorar. Şöyle cevab verir:
— Ruhul-emin (Cebrail) alıp götürdü onları... Bir ses: Çağırın Cebraili !
Cebrail büyük bir korku, tahammül edilmez bir ürkeklikle gelir, dizleri tutmaz bir halde huzura çıkar.. Allah ona:
— Levh-u Mahfuz, Kelâmımı ondan alıp götürdüğünü iddia ediyor, doğrumu söyledikleri, diye sordu.
— Evet yarabbi!
— Pekâlâ, ne yaptın onları?
«Tevratı Musa’ya, İncili İsya'ya, Furkanı Muhammed (Allahın selâmı üzerlerine olsun!)’ e götürüp teslim ettim.. Her Peygambere kitabını ulaştırdım. Suhuf ehline de suhuflarını verdim..
Bir ses Nuh (aleyhisselamı) çağırıyor...
Nuh aleyhisselam, her tarafı titriyerek getiriliyor huzura..
Allah ona soruyor:
— Ey Nuh, Cebrail, senin kendisine kitab verilen olduğunu iddia ediyor, doğru mu?
— Evet yarabbi!
— Pekâlâ milletini yola getirebildin mi bari?
— Hayır.. Onları gece gündüz doğru yola davet ettim. Bir türlü yola gelmediler. Ben çağırdıkça onlar yüz çevirip uzaklaştılar. Bütün gayretlerime rağmen onları yola getiremedim..
«Ey Nuh Kavmi!» diye bir nida.. Hepisi hemen getirilirler.. Allah onlara.
— Nuh, sizlere tebligat yaptığını iddia ediyor, doğru mu? Diye soracak..
Fakat onlar inkâr edecekler. Bunun üzerine Nuh’a (aleyhisselâm) kavmin tebligatta bulunduğunu inkâr ediyor, elinde bir şahidin var mıdır diye sorduğunda «evet, Muhammed ve onun ümmeti benim şahidimdir» diyecek.
Bunun üzerine cihanın serveri, kâinatın rehberi Peygamberler peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa Ümmeti ile birlikte huzura çağırılacaklar. Allah,
«Ey Muhammed, Nuh Resulüm, İlâhi emirleri ve nehiyleri kavmine tebliğ ettiğine dair sizleri şahid gösteriyor. Şehadette bulunur musunuz?» diye soracak.
Peygamber Muhammed (s.a.v) evet! Diyecek ve Kuran’dan bu hususla alâkalı olan sûreyi okuyacak.. Bu uzun muhakemeden sonra Nûh kavmi haksız çıkarılır ve Allah onlara, siz azabı hak ettiniz, her kâfir hakkında olduğu gibi, sizin hakkınızda da azab kelimesi sabit olmuştur, der, emreder, amelleri tartılmadan, yaptıkları bir bir hesab edilmeden doğru cehennemin derinliklerine atılırlar.
Sonra Allah seslenir:
— Ad nerede? Diye.. Hûd kavmi, Nuh'un kavmi gibi muamele görür ve yine Peygamber Ümmetiyle birlikte şahit gösterilir. Muhammed (s.a.v) onlarla ilgili ayeti okuduktan sonra derhal cehenneme atılırlar..
Sonra Salih peygamber kavmi ile birlikte çağırılır, onun kavmi de inkâra kalkışınca, Peygamberimiz şahit gösterilir ve onlarla ilgili ayeti okur, bunu takiben de doğru cehenneme atılırlar..
Sonra sırasıyla bütün peygamberler, kavimleri ile birlikte davet edilir, hesaba çekilir ve hükümleri verilir.
Kur'an-ı Kerim bunlardan haber vermiş ve bizlere gayet açık olarak bilgi vermiştir: «Nuh kavmini de (evet) peygamberleri tekzip ettikleri vakit biz onları da (tufan ile) boğduk ve kendilerini insanlara bir ibret yaptık. Biz zalimler için (daima) acıklı bir azap hazırlamışızdır.
Ad'l da, Semudh’ da, (Ress eshabı) ın da ve bunların arasında (geçen) bir çok nesilleri de (helâk ettik)» (5).
İşte bu ayetlerde, (Yarıh, Mârih, Duh, Esr) gibi azgın kavimlere işaret vardır..
Bundan sonra sıra, Eshab-ı Ress, Tubbe ve İbrahim kavimlerine gelir..
Onlara, mizan kurulmaz, hesabları görülmez, doğru cehenneme atılırlar. Onlar Allah’ı görmekten de mahrum kalacaklardır..
Tercüman vasıtasiyle görüşülecektir onlarla.. Zira Allah’ın cemalini gören, Allah’ la konuşan kimse asla azaba uğramaz..
Bundan sonra sıra Musa aleyhisselâma gelir.. Onu çağırırlar. Fırtınalı günde düşen bir yaprak gibi huzura gelir. Cenab-ı Hak ona:
— Ey Musa Cebrail sana Risâliyei Tevratı tebliğ ettiğini iddia ediyor doğrumu? Diye soracak. Musa (aleyhisselâm)
— Evet!
— Öyleyse sana vahiy olunanı oku! Bunun üzerine Minbere çıkar, okumağa başlar.. Tevrattan öyle parçalar okur ki, Ahbar (Yahudi alimleri) sanki onu hiç duymamış gibi sanacaklar.. Bir ses: «Ey Davud!»
Davut aleyhisselâm büyük bir korku içinde huzura gelir, Allah ona:
— Ey Davut! Cebrail sana Zebûru tebliğ ettiğini söylüyor. Doğrumu söylüyor? Diye soracak. Davut:
— Evet yarabbi!
— Öyleyse dön minberine de sana vahiy olunanı oku, der.
Bunun üzerine Davud minbere çıkar, mahşer halkını vecde getirecek bir sesle ismi üstünde Davudî bir sesle okumağa başlar..
Sahihde varit olmuştur:
«— O, ehli Cennetin mezamiri sahibidir..» O kadar güzel ve tiz bir sesle okuyacak ki, sesi tâ Sekine Tabutunun önünden duyulacak..
Bir adam onun sesini duyunca safları yara yara doğru Davud'un yanına gider, yakasına yapışır. Bu Zebûr kitabı sana öğüt vermedimi de bana kötülük düşünmüştün! der ve mahşer halkının huzurunda rezil eder. Yakasından yapışır doğru Allah’ın huzuruna götürür ve şöyle der:
— Allah’ım bu, beni kasden harbe gönderdi ve beni öldürttü, sonra da kendisinin doksan dokuz zevcesi olduğu halde benim hanımımı aldı. Şimdi bundan dâvacıyım, hakkımı istiyorum..
Celil (Celle Celâluh) Davuda döner ve:
— Bu adam doğru mu söylüyor ey Davud, diye sorar. Utancından başını eğer, yere bakar ve itiraf eder de şöyle der:
— Evet Yarab!
Davud aleyhisselâm korktuğu zaman başını eğerdi, bir şeyi umduğunda ise başını yukarıya kaldırırdı..
Allah, adama:
Onun yerine, sana cennetten köşkler, seninkinden daha güzel kadınlar vereceğim, der adam da. «Ram oldum, davadan vaz geçtim» diye mukabele eder.
Davud aleyhisselâma da:
«— Haydi git, bağışladım, seni..» diyerek lütf ve ihsanda bulunur.. (6)
Çünkü ikram ettiği kimseleri bağışlamak Allah’ın afv-kereminin büyüklüğündendir..
Sonra Davud (aleyhisselama) :
— Haydi, minbere çık da Zebûrdan geri kalan kısmını oku! Diye emreder, oda çıkar, okur, İsrail oğulları, bir kısmı müminlerle, diğer bir kısmı da mücrimlerle olmak üzere ikiye bölünürler...
Sıra İsa aleyhisselâma gelir. O çağırılır. Allah ona:
— Sen, beni ve annemi mabût ittihaz edin, dedin mi diye soracak. İsa (aleyhisselâm) :
— Allahım, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben, ancak gerçek ne ise onu söyledim. Şayet böyle bir şey söylemişsem muhakkak ki sen bilirsin!
Zira sen benim içimde ne var hepsine vakıfsın. Ben senin nefsindekini bilemem.. Şüphe yok ki, Sen Gaipleri çok iyi bilensin! Bunun üzerine Allah tebessüm ederek şöyle der :
«— İşte bugün, doğru ve dürüst olmaları kendilerine menfaat sağlıyacak sadıkların günüdür! Doğru söyledin ey İsa! Haydi git çık minbere Cibril-emin'in sana getirmiş olduğu İncili oku!»
İsa aleyhisselâm minbere çıkar ve İncili okumağa başlar. O kadar güzel okur ki herkesin başı yukarıya kalkar ve onu vecd içinde dinlemeye koyulur.
Ruhbanları şaşkına uğrarlar. Çünkü onlar, o ana kadar bu kadar güzel bir ses ve parçalar duymamışlardır..
Bundan sonra, Mümin ve Kâfir olarak onlarında (kavminin'de) ikiye bölündüğü tezahür eder..
Bir ses daha:
— «Muhammed (s.a.v) Nerde?.» derhal Muhammed aleyhisselâm gelir ve.
— «Burdayım Yarab!» diye cevab verir. Allah Ona:
— Ya Muhammed (s.a.v) Cebrail sana, Kur'an-ı Kerimi tebliğ ettiğini iddia ediyor, doğru mu söylüyor?
— Evet! Yarabbi doğru söylüyor..
— Öyleyse hadi makamına git de okumağa başla!
Bu emir üzerine İki cihan serveri makamına çıkarak Kur'an-ı Kerimi okumağa başlarlar.
Müjde âyetlerini okurken, Takvaya erenler, sevinmeğe ve yüzleri mutluluklar içinde gülmeğe, Cennete biran evvel gitmek için sabırsızlanmağa başlarlar..
Azab ayetlerini okurken, Mücrimler üzülürler, yüzleri büyük bir korku ve telâş içinde renkten renge girer. Cehenneme girmek üzüntüsü içinde yüzleri ve yürekleri burkulur durur!..
Peygamberler ve ümmetleri böyle çetin bir sual ve hesaba maruz kalacaklarına dair delil isterseniz, işte ayet:
«KendiIerine (peygamber) gönderilenlere de mutlaka soracağız, onlara gönderilen (peygamber) lere de her halde soracağız..» (7)
Bir ayet daha: 40 günde ki Allah bütün peygamberleri toplayıp da size verilen cevab nedir? Diyecek, onlar da: «Bizim hiç bir bilgimiz yok. Şüphesiz gaypları hakkıyle bilen sensin, sen» diyeceklerdir. (8)
(El-ihyâ) kitabımızda da tafsilâtiyle anlattığımız gibi birinci kavil daha evlâdır. Çünkü peygamberler derece bakınımdan birbirlerinden farkh ve üstündürler.. Mesela, Mesih aleyhisselâm onların büyüklerindendir. Çünkü O, Allah’ın ruhu ve kelimesidir...
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kur'an okuduğu zaman, Ümmeti sanki o ana kadar hiç bir şey duymamış gibi hissedecekler kendilerini.
El-Esmaî'ye dediler ki:
—Sen, Allah’ın kitabını en iyi ezberliyenlerden olduğunu iddia ediyorsun, ne mutlu sana!
— Kıyamette Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu okuduğu zaman sanki hiç bir şey duymamış ve bilmemiş gibi olacağıma şüpheniz olmasın, Ey kardeşim oğlu! Diye mukabelede bulunmuştur.
Her peygamberin kitab okuması sona erdikten sonra çardaklardan şu yolda bir ses duyulacak: «Ey günahkârlar bugün siz (bir tarafa) ayrılın!» (9)
Bu hitabın şiddetinden meydanı arasat büyük bir deprem geçirecek. Herkes korku ve dehşetlerinden bir birine girecek...
Bakıyorsun ki, melekler Cinlere karışmış, Cinler de insanlara karışmış, tam bir keşmekeşlik hüküm sürüyor meydan-ı arasatta...
Bunu müteakiben bir ses daha yükselir:
Ey Âdem hadi evlâdlarından Cehenneme yolla!
— Ne kadarını yarabbi!
— Her binden, doksan dokuzunu Cehenneme, birini de Cennete yolla!
Bu emir üzerine Adem aleyhisselâm, Cehennemlikleri; İnkârcılar, gâfiller, fâsıklardan ayıklamağa başlıyacak. O kadar ayıklayacak ki, Rabbin avucu kadar bir şey kalacak meydan da. Nitekim Sıddîk şöyle demiştir: «Rabbin avuçlarından bir avuç kadar bir şey...»
Baş Şeytan da kendisi dahil, şeytanları cehenneme ayıracak..
Onlardan bazılarına mizan kayıverir de kötülükleri iyiliklerinde fazla gelir..
Şeraiatın tebliğ edildiği herkes için mizan kurulacak..
Ayrılıp helâk olacaklarını anlayınca:
— Âdem bize haksızlık yapmıştır, yakamızdan yapışıp bizi sürüklemeleri hep onun yüzünden oldu, diyecekler.. Onların bu haksız söylentilerini Allah şu hitabı ile susturacaktır:
«Bugün zulüm yok! Şüphesiz Allah hesabı süratli olandır! »
Onlara doğu ile batı arasını ihata edecek kadar büyük bir kitab çıkarılacak.
Büyük, küçük, bütün günâhlar bir bir sayılarak toplanıp içine yazılan kitab.
Bu nasıl olmasın ki, yaratıkların işledikleri iyi veya kötü şeyler, saati saatine, kelimesi kelimesine yazılıp halık-ı Azam'a sunulmaktadır... O da Kiram-ı Berere'ye emredip onları yazdırmaktadır..
«Şüphe yok ki neler yapıyor idi iseniz biz (hepsini meleklere) yazdırıyorduk..» (10)
Sonra herkes bir bir çağrılıp hesaba çekilecek. Eller, ayaklar tanıklık yapmağa başlıyacak: «O günde ki Aleyhlerine kendi dilleri, kendi ayakları, onların neler yapa geldiklerine şahitlik edecektir.» (11)
Haberde varit olmuştur:
«OnIardan biri, Allah’ın huzurunda durdurulup Allah soracak :
— Ey kötü kul, Mücrim ve asî oldun!
— Yapmadım, yarabbî!
— Aleyhine delillerim var denir ve melekler şahit olarak getirilir..»
«— Bunlar yalan söylüyor», diyecek olan kul'un ağzı mühürlenir, azaları konuşmağa başlar. — Yukarıda serdettiğimiz ayet buna bir delil teşkil etmektedir. — Ondan sonra bütün azaları (Organları) onun aleyhinde tanıklık yaparlar. Daha sonra da Cehenneme girmesi emredilir.
Bu defa da organlarını kınamağa başlar. Fakat organları:
«— Bu, bizim ihtiyarımızla olmamıştır. Her şeyi konuşturan Allah, bugün de bizleri konuşturmuştur, diyerek onu sustururlar..»
Ondan sonra Cehenneme atılmak üzere doğru zebânîlerin ellerine teslim edilir, ağlamağa ve çığlıklar koparmağa başlar, (amma, dinleyen yok, nedâmet ve pişmanlık tabii ki ogün faide vermeyecektir!..»
Müminlere gelince:
Onların etrafını Rahmet ve müjde melekleri alarak:
Korkmayın, üzülmeyin, büyük mükâfatlar sizleri beklemektedir, sonsuz mutluluğa kavuşacaksınız. İşte size vad edilen mutlu gün bugündür!..» derler..
(1) İmran: 180.
(2) El-Câsiye: 28.
(3) El-Mülk: 8.
(4) El-Kâlem: 42.
(5) El-Furkan: 37, 38.
(6) Bu Hikâye İsrailiyattandır. Bunu okurken dikkatli olmak gerekir„ (Mütercim)
(7) El-Araf: 6.
(8) El-Maide: 109.
(9) Yasin sûresi, âyet: 59.
(10) El-Casiye: 29.
(11) En-Nûr: 24.
Alemlerin Sırrı, İmam-ı Gazali